Bu sabah gözümü açar açmaz bir feryada şahit oldum:
Sokak ortasında, evladının gözü önünde öldüresiye dövülen ablasına yapılanların son bulması ve bunu yapanın cezasız kalmaması için sosyal medyanın gücünden medet uman gencecik bir insanın feryadıydı bu…
Yorumlara baktım:
Caninin gereken cezayı almasına yönelik dileklerini öfkeyle ifade edenler vardı…
Müdahale etmedikleri ve yaptıklarının aynısını caniye yaşatmadıkları için mahalleliye kızanlar vardı…
Mahallelinin müdahale etmemesini Kadir Şeker’in akıbeti nedeniyle izah edenler vardı…
Kadının “neden boşanmadığını” sorgulayanlar vardı…
Çocuğun önünde dövmesine işaret edenler ile “çocuğun önünde olmasa makul mü sayılır” yaklaşımıyla buna işaret edenleri eleştirenler vardı…
Avrupa ve Amerika’daki yaptırımlara rağmen bu ülkelerde kadına şiddetin oldukça fazla olduğuna dikkat çekip adeta “biz yine iyiyiz” mi demeye çalıştıklarından yoksa “kanunla hallolmuyor” mu demeye çalıştıklarından emin olamadıklarım vardı…
Siyasileri yetersiz bulan ve bu yetersizliklerinin bu olaylara sebep olduğunu, farklı biçimlerde ifade edenler vardı…
Yani kısacası birçok farklı cepheden birçok farklı üslupla yapılmış yorum vardı…
Ama takip edebildiğim kadarıyla “biz bu hadiselerin neresindeyiz?” sorusunu soran yoktu.
Halbuki bu toplumun bir parçası olarak, yaşadığımız her problemde bizim sebep olduğumuz ya da “izin verdiğimiz” bir boyut olduğunu da düşünmek gerekmez miydi?
Böylesi hadiselerin, bu kadar tepkiye rağmen artarak devam etmesinde bizlerin de rolü olması ihtimali yok muydu?
Bu rolü düşünmeden, yukarıdaki tepkileri ortaya koymak soruna çözüm getirir miydi?
O nedenle kendi kendime sormadan edemedim:
“Biz bu hadiselerin neresindeyiz?”
Düşündüm:
Yetiştirdiğimiz veya hitap ettiğimiz kitlelere karşı bizim tavrımız maddi ve manevi şiddetten ne kadar bağımsız?
Hakaretten tutun fiziki zarara kadar normal olmaması gereken kaç davranışı normal gibi hayatımızda devam ettiriyoruz?
Normalleşen anormallerin psikolojilerimizde yarattığı sıkıntıların ne kadar farkındayız?
Zaten gergin olan bir toplumu, söylemlerimizle ve üslubumuzla daha da fazla gererek hangi değirmene su taşımış oluyoruz?
Bir taraftan şiddete karşı çıkıp diğer taraftan ister sözle ister davranışla şiddet uygulayıp ya da buna zemin kurup toplumun düzelmesini beklemek mümkün mü?
Zira bir şeyin düzelmesini istiyorsak önce kendimizden başlamak zorundayız.
Şiddetin ortadan kalkmasını mı istiyoruz?
Şiddet barındıran, şiddet çağrıştıran ve şiddete yol açan ne varsa önce kendimiz vazgeçmek zorundayız.
Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkasına da yapmamayı öğrenmek ve öğretmek, buna da model olmak zorundayız.
Bu anlayışı ise sadece insana olan tavrımızda değil, insan dışındaki varlıklara karşı da göstermek zorundayız.
Ki şiddetin normalleşmesinin de anormalleşmesinin de önüne geçebilelim.
Şimdi tekrar sormak isterim:
Biz bu şiddet hadiselerinin neresindeyiz?