25 Mayıs Pazar günü Kırıkkale Nur Camiinde Hafızlık İcazet Töreni vardı. (Hafız kelimesi Arapçada "korumak, ezberlemek" anlamına gelen hıfz kökünden türemiş bir sıfattır ve "koruyan, ezberleyen" demektir. )Törene ilgi ve katılım güzeldi. Protokol nevi katılım cami içi olmasına rağmen kendini belli etti. Umulur ki Allah’ın evinde bir protokol belirginliğinin olmayacağı bilincine hep birlikte ulaşırız bir gün. Medine dışından Hz Peygamberi -yeni duydukları din hakkında bilgi almak için- ziyarete gelen birkaç kişiden bahseder siyer kitaplarımız.
Onlardan birisi;
Mescide girdiğimizde köşede birkaç kişi oturuyordu, ONLARDAN HANGİSİNİN PEYGAMBER OLDUĞUNU BİLEMEDİK. Diye başlar rivayete.
Bizim için asıl olan Allah’ın evinde kulluk sıfatından başka bir sıfatla bulunmamak olmalıdır. Benim için din anlayışımın temelinde bulunan çok önemli bir ayırımdır bu bakış açısı. Zira bu temelden yoksun olmanın özelde Müslümanların birbirleriyle, genelde de insanlarla kurdukları ilişkiyi zedeleyen bir durum olduğuna inanıyorum. Hatta bunun düşünme biçimimizi kökten etkileyen/saptıran bir bakış açısı olduğuna inanıyorum.
Program yaklaşık 2 saat sürdü. Zihnimle gönlüm arasında devam eden bir tefekkürle izledim programı. Hafız sıfatını her duyduğumda aklıma ilk gelen isimler; Gönenli Mehmet Efendi ve Ali Ulvi Kurucudur. İkisi de sessiz sedasız ömrünü Allah’ın kelamını hizmete adamış kişilerdir. Sanki onlar iki Melek ve dünyaya gönderilme sebepleri yalnızca Kelamullah’a hizmetmiş de ondan ete kemiğe bürünmüşler gibi hissederim her aklıma geldiklerinde. Hayatlarındaki umumi bereket kendileriyle ilgili anlatılan her olayda belirgin bir durumdur. Onlarla ilgili sıra dışı yaşanmışlıkların arkasında da bu bereketin olduğunu düşünürüm. Her ikisi hakkında her ne okusam/dinlesem kristal camlar içinde tertemiz, pırıl pırıl bir zümrüt seyrediyormuşum gibi hissederim.
O gün Nur Camiinde ana ambiyansın böyle olduğu bir ruh haliyle dolu dolu iki saat geçirdim. Rabbime sonsuz hamdüsenalar olsun.
O gün gördüm ki şehrimizin bir yerlerinde sessiz sedasız minicik zihinlerine Kelamullah’ı hıfz etmek için uykularını bölen çocuklar varmış. Gece demeden gündüz demeden gözlerinin nurunu Mushaf’ın sahifelerine döken pırıl pırıl yavrular varmış. Ne büyük nimet Allah’ım. Bizim haberimiz olmadan şehrimize bereket tohumları ekiliyormuş, Hamd ederiz. Bu çocukların ailelerinden hocalarına kadar emeği geçen herkese bütün şehir minnet borçluyuz. Minnet borçluyuz diyorum çünkü şehrimizde bir yerlerde minik minik yavrular tekrar tekrar Kuran okuyor. Ezber yapıyor ve sonunda bütün insanlığa kıyamete kadar baki olarak gönderilmiş olan Allah’ın Kelamını zihinlerine hıfz ediyorlar. Bu büyük nimetin ve bereket vesilesinin bizden habersiz şehrimizde yaşanıyor olması tarifi imkansız bir durum. Allah’a ne kadar hamd etsek azdır.
Duamız odur ki Rabbim bütün hafızlarımıza Kuran’ın ilmiyle de şereflenip insanları Allah’ın dinine davet edenlerden olmayı nasip etsin.
Onlardan birisi;
Mescide girdiğimizde köşede birkaç kişi oturuyordu, ONLARDAN HANGİSİNİN PEYGAMBER OLDUĞUNU BİLEMEDİK. Diye başlar rivayete.
Bizim için asıl olan Allah’ın evinde kulluk sıfatından başka bir sıfatla bulunmamak olmalıdır. Benim için din anlayışımın temelinde bulunan çok önemli bir ayırımdır bu bakış açısı. Zira bu temelden yoksun olmanın özelde Müslümanların birbirleriyle, genelde de insanlarla kurdukları ilişkiyi zedeleyen bir durum olduğuna inanıyorum. Hatta bunun düşünme biçimimizi kökten etkileyen/saptıran bir bakış açısı olduğuna inanıyorum.
Program yaklaşık 2 saat sürdü. Zihnimle gönlüm arasında devam eden bir tefekkürle izledim programı. Hafız sıfatını her duyduğumda aklıma ilk gelen isimler; Gönenli Mehmet Efendi ve Ali Ulvi Kurucudur. İkisi de sessiz sedasız ömrünü Allah’ın kelamını hizmete adamış kişilerdir. Sanki onlar iki Melek ve dünyaya gönderilme sebepleri yalnızca Kelamullah’a hizmetmiş de ondan ete kemiğe bürünmüşler gibi hissederim her aklıma geldiklerinde. Hayatlarındaki umumi bereket kendileriyle ilgili anlatılan her olayda belirgin bir durumdur. Onlarla ilgili sıra dışı yaşanmışlıkların arkasında da bu bereketin olduğunu düşünürüm. Her ikisi hakkında her ne okusam/dinlesem kristal camlar içinde tertemiz, pırıl pırıl bir zümrüt seyrediyormuşum gibi hissederim.
O gün Nur Camiinde ana ambiyansın böyle olduğu bir ruh haliyle dolu dolu iki saat geçirdim. Rabbime sonsuz hamdüsenalar olsun.
O gün gördüm ki şehrimizin bir yerlerinde sessiz sedasız minicik zihinlerine Kelamullah’ı hıfz etmek için uykularını bölen çocuklar varmış. Gece demeden gündüz demeden gözlerinin nurunu Mushaf’ın sahifelerine döken pırıl pırıl yavrular varmış. Ne büyük nimet Allah’ım. Bizim haberimiz olmadan şehrimize bereket tohumları ekiliyormuş, Hamd ederiz. Bu çocukların ailelerinden hocalarına kadar emeği geçen herkese bütün şehir minnet borçluyuz. Minnet borçluyuz diyorum çünkü şehrimizde bir yerlerde minik minik yavrular tekrar tekrar Kuran okuyor. Ezber yapıyor ve sonunda bütün insanlığa kıyamete kadar baki olarak gönderilmiş olan Allah’ın Kelamını zihinlerine hıfz ediyorlar. Bu büyük nimetin ve bereket vesilesinin bizden habersiz şehrimizde yaşanıyor olması tarifi imkansız bir durum. Allah’a ne kadar hamd etsek azdır.
Duamız odur ki Rabbim bütün hafızlarımıza Kuran’ın ilmiyle de şereflenip insanları Allah’ın dinine davet edenlerden olmayı nasip etsin.
Selamün aleyküm mehmet abi yüreğine sağlık yazını okudum. Zihnin açık, kalemin ihlaslı olsun kolaylıklar versin Rabbim. A. E. O. Bekir hoca