Ben; hayatta bir amacı olmayan, gayrimeşru işlere bulaşmış, bir babanın evladıyım. Babam da böyle biri olmayı, tercih etmemiştir mutlaka. Fakat hayatın herkese biçtiği bir hikâye vardır ya. Bizim hikâyemizde, baba mirası misali.
Babam, dağılmış bir ailenin iki çocuğundan biri. O, baba sevgisi ve terbiyesi görmemiş. Annesinin verdiği hayat mücadelesi sayesinde büyümüş. Yanlış arkadaş seçimi sayesinde, hem kendi hayatını mahvetmiş, hem de bizim.
Biz iki kardeştik. Kız kardeşim benden üç yaş küçük. İlkokul yıllarım, annemle babamın, sürekli kavga ettikleri yıllar oldu. Babam evden bir çıkar, üç beş gün yok. Çoluk, çocuk ne yapıyor? Ne yiyip ne içiyor aklına gelmez. Annem çalışıp, destek olmak istediğinde, çalışmasına müsaade etmiyor. Zavallı babaannemin kazandığıyla geçinmeye çalışıyoruz. Onun bu sorumsuz zamanlarında, annem çalışmaya başladı. Babaannemin bulduğu bir işti bu. Babam, eve geldiğinde bunu duyunca, deliye döndü ve annemi komalık etti. Kardeşimle biz, bu vahim olaya şahit olduk. Ben neyse de, kardeşim bundan çok etkilendi. Korkmuştu.. Uzun bir süre, bu şoku atlatamadı.
Olayın akabinde, Annem, evi terk etti. Hem annesiz hem babasız kaldık. Babaannem bizi yanına aldı. Aradan çok geçmeden, babam hapse girdi. Suçu hırsızlık. Bu, bizim için büyük bir utanç oldu. Kardeşimle okul hayatımız, Ortaokuldan sonra bitti. Okul bizim için lüks olmaya başlamıştı. Maddi sıkıntılar bir yana içinde bulunduğumuz psikolojik durum, bizi hayattan soğutmuştu. Belki daha çok sarılmalıydık hayata. Ama o direnci gösteremedik. Babam cezasını çektikten sonra, çıktı. Babaannem, Annemle Babamı barıştırdı. Bir umut doğmuştu içimizde. Aile yeniden bir araya gelmişti. Hayatımızda en mutlu saydığım birkaç günü, o günlerde geçirdik. İkisi de, yaşadıklarından ders almış gibiydi. Birbirlerini seviyorlardı aslında. Fakat nedense, bir tür huzuru yakalayamadık.
Unutamadığım birkaç gün, aile saadeti yaşadık. Birlikte yemek yedik, televizyon seyrettik, çay içtik, huzurlu bir uyku uyuduk. Sakın bu sözlerime gülmeyin. Allah kimseyi, aile saadetinden ayırmasın. Mutlu bir ailesi olan için, sıradan bir şey olabilir fakat kardeşim ve benim için, özel günlerdi. Çünkü gördüğümüz, göreceğimiz bu oldu. Böyle günler, bir daha gelmedi hiç.
Birkaç iş denemesi daha başarısızlıkla sonuçlanan Babam, evin yolunu yine unutur oldu. Eski arkadaşlarına takılmış, gayri meşru işlere bulaşmıştı. Ortaokulu bitirdikten sonra, garsonluk yapmaya başladım. Annem, evlere temizliğe gidiyordu. Kardeşim, bazen annemle gidiyor, çoğu zaman yalnız başına bizi bekliyor. Babam aklına estikçe geliyor, birkaç gün dışarı çıkmadan yatıyor. Birde bakıyoruz gitmiş.
Ben on yedi yaşıma girmiştim, kardeşim ise on dört. İkimizde, ergenlik yaşlarımızı bitirmek üzereydik. Düzenli bir hayatımız olmadığı için, yeterince beslenemiyorduk, iyi giyinemiyorduk vs. Yine de serpilmiş, boy atmıştık. Arkadaş çevremiz doğal olarak, bize benzeyen insanlardan oluşmuştu. Artık annemden, babamdan vazgeçmiştim. Beni düşündüren ve önemsediğim, sadece kardeşimdi. Kötü alışkanlıkları olan kişilerle, arkadaş olmasından korkuyordum. Aynı şeyler benim içinde geçerliydi Peki, bir şey yapabildin mi derseniz, cevap: Koca bir hiç. İnsanın kendisine faydası olmadıktan sonra…
O artık, güzel bir genç kız olmuştu. Arkadaşları vardı. Annem çalışıyor, babam ise çoğu zaman ortalarda yok. Onunla dertleşecek, öğüt verecek, büyüklük yapacak kimse yok. Arkadaş olduğu kimselere, dikkat etmesini söylüyordum. Fakat en son ikaz ettiğimde, sert bir üslupla cevap verdi:
- Sen kendine bak.
Kızamadım… Gördüğü örnekler, hep olumsuzdu. Sürmeye çalıştığımız hayatta, kimsenin kimseye, diyecek sözü kalmamış gibiydi. Kendimden çok, ona üzülmüştüm hep. Ben sanki ondan farklı bir durumda mıydım? Değildim. Hatta ondan büyük olduğum için, kendimi ona karşı sorumlu hissediyordum. Küçük yaşta, sevgiye muhtaç yetiştik. Anne, baba kavgalarına şahit olduk. Yokluk ise cabası. Onun tek sığınağı bendim. Zaman içinde o da, yaşadıklarına karşı direnç kazanmıştı. Korkak tavırları, yoktu artık…
Bir gün, yine kötü bir haber aldık. Babam, üzerinde uyuşturucu ile yakalanmış. Annem hiç üzülmemiş ve umursamamıştı. Belki kendine göre haklıydı. Çünkü tek başına hayat mücadelesi veriyordu. Ben çok üzülmüş, hayatın bütün yükü, sanki üzerime binmişti. Yanımızda olmasa da geleceğini bilmek, bana cesaret veriyordu. Babaannem, yaşlı olmasına rağmen, evladının peşindeydi. Evlat diyordu; atsan atılmıyor, satsan satılmıyor. Görüş günlerinde, onunla gitmeye başladık. Her gittiğimizde, mutlaka bir şeyler götürüyorduk. Sigara, havlu, iç çamaşırı, eşofman vs. Mahpusta, ziyaretçisi olmayan kişi, kötü niyetli insanlara malzeme oluyormuş. Bunu şimdi, daha iyi anlıyorum.
Babam içeri düştükten sonra, kendine çeki düzen vermişti. Büyük ihtimalle, iyi birinden, etkilenmiş olmalıydı. Namaz kılmaya başlamış, alkol ve uyuşturucu kullanmadığı için de, beti benzi yerine gelmişti. Bana her görüşte; pişman olduğunu söylüyor, bize yaşattıkları için özür diliyordu. Ben size babalık yapamadım, sen kardeşime sahip çık diyordu. Onun mahcup olduğunu görmek: bir yandan içimi acıtıyor, diğer yandan ise, içime bir umut doğuyordu.
Aile düzeni olmayanın kişinin, yaşam alanı kısıtlı oluyor. Bunu ancak, başından geçen bilir. Çalıştığım işten, babamın hapiste olmasını bahane edip çıkarttılar. Nereye müracaat etsem, birkaç gün sonra, bir bahane ile işten çıkartıldım. O sıralar, bazı arkadaşlar edindim. Onların da, benden farklı bir yaşamı yoktu. Zaten durumu iyi olanlar, bizle muhatap olmuyordu. Yani çevre edinirken bile, ailen en büyük referanstı. Onlarla takılmaya başladım. Bir müddet eve gitmedim. Arayan yok, soran yok, gitmesem ne olacak ki diye düşündüm. Arkadaşlar, bilmediğim bir şey kullanıyorlardı. Ve kafalarının güzel olduğunu, her şeyi unuttuklarını söylüyorlardı. Bana da teklif ettiler ama kabul etmedim. Fakat bu arada, kardeşimi ihmal etmiştim. Bir ara yolda karşılaştık. Üzerindeki elbiselerden, onu tanıyamadım. Kendi ihmalkârlığımı düşünmeden, ona hesap sormaya kalktım.
-Bu kıyafetler nerden buldun. Düzgün şeyler giy, başımı belaya sokma.
Kardeşim bana, acı bir gülümsemeyle cevap verdi.
-Bana akıl vereceğine, kendi haline bak. Kaç gündür yoksun. Çok umurundayım sanki.
Kardeşim haklı olarak, beni eleştiriyordu. Artık hepimiz, bağımsız birey gibi davranıyor, günü birlik yaşıyorduk. Ahlakımız, yaşantımızla orantılı hale gelmişti. Verdiği bu ağır cevaptan sonra, yanımdan uzaklaştı.
Aradan uzun bir zaman geçti. Babamın mahkemeleri halen devam ediyor. Annemle de sık görüşemiyoruz. Onun nerede çalıştığından, nasıl bir hayat sürdüğünden haberim yok. Birbirimize bir şey sormuyoruz. Ben, hayatımı karartma yolundaydım. Birlikte kaldığımız arkadaşlara, fazla karşı koyamadım. Merak edip, onların kullandıklarından bende aldım. Dünyayı tozpembe görüyor, bütün sıkıntılarımı unutuyordum. Aklım başıma geldiği zaman ise, alışırım diye korkuyordum. Onlardan uzaklaşmak isterken, bu sefer onlar peşimi bırakmıyordu.
Bir çemberin içindeki top misali, yuvarlanıp durmaya başlamıştım. Tutunacağım bir köşe kalmamıştı. Saçlarım uzamış, seyrek sakallarım yüzümü kaplamıştı. Giydiğim kıyafetler, yaşadığım hayatın göstergesi gibiydi. Bulduğum işlerden kazandığım beş on lira ile karnımı doyuruyor, yarını düşünmüyordum Gece olunca, ya arkadaşlardan birinin evine, ya da, kirasının nasıl ödendiğini bilmediğim, evimize gidiyordum. İçimde yaşamaya dair, güzel hiçbir şey kalmamıştı. Serseri olmama, bir adım kalmıştı. Belki de olmuştum…
Bazen babaannem geliyor, bana giysi alıyor, para veriyor. Biz onu hatırlamasak ta, o bizi hiç unutmuyordu. Nede olsa, evladının emanetiydik. Onun hakkını, hiç birimiz ödeyemeyiz. Bana çok öğüt verdi ama tutacak adam nerde. Yazık ki, ona layık bir torun olamadım. İnternet kafede iş bulmuş, çalışıyordum. Parasız kaldığım günlerde, arkadaşım kalmamıştı. Bu, benim için fırsat olmuştu. İşime düzenli gidiyordum. Aldığım yevmiye, ihtiyacımı karşılıyordu. Saç, sakal tıraşı oldum. Temiz giyiniyordum, bayağı bir adama benzemiştim. Aklım başımdaydı artık. Babamı düşünüyordum bazen. Onun durumuna düşmemek için, mücadele etmem gerekiyordu. Artık, hep eve gidiyordum. Kardeşim kafede işe girmişti. Annem, ben ve kardeşim, akşamları, bir aradaydık. Hayatımız düzene girmeye başlamıştı ki, babamın tahliye olacağını öğrendik. Babaannemle, onu karşılamaya gittik. Daha kırk beş yaşında olmasına rağmen, sarı saçları bembeyaz olmuş, gözleri çukurlaşmıştı. Suratında ise, hatalarından pişman olmuş, dersini almış bir ifade vardı. Uzun zaman aradan sonra, birbirimize sarıldık. Ben kendimi tutamayıp, deli gibi ağladım. Yaşlı gözlerle başımı okşadı ve:
-Ağlama evlat. Ben, ne anama layık evlat, nede size baba olabildim. Allah sizi bu durumlara düşürmesin, dedi.
Onunla, güzel günlerimiz olmamasına rağmen, sözleri içimi acıttı. Bir babanın evladına bu sözleri söylemesi, kolay olmasa gerekti.
Birlikte, babaannemin evine gittik. Küçük bir daireydi burası. Almanya’da olan halam almıştı evi ve babaanneme tahsis etmişti. Halam iyi bir insandı. Bizlere de çok faydası dokunmuş. Gurbette olduğu için, sık görüşemiyorduk. Oğluna, güzel bir oda hazırlamıştı babaannem. Çok dua etmişti mahpustan çıkması için. Aslına bakılırsa, babamın çıkması mucizeydi. Son mahkemede, iyi yönde şahitlik yapılmış olmalıydı. Belki de bilmediğimiz bir sebep vardı. Bizi ilgilendiren, çıkmış olmasıydı.
Babamın hürriyetine kavuşmasına, fazla sevinemedik. Babam bir hafta annesiyle hasret giderdi. Ben ve kardeşimde, bu süre zarfında görüştük. Bir akşam, arkadaşı telefon etmiş. Babam arkadaşı ile dışarda buluşmuş. Eve gelince, uyumak için odasına çekilmiş. Babaannem yaşlı olduğu için, erken yatmış. Sabahın erken saatlerinde kapı çalınmış ve kötü haber verilmiş. Söylendiğine göre, babam sigara içerken dengesini kaybedip, havalandırmaya açılan pencereden düşmüş. Orada can çekişmiş ama kimse duymamış. Doğru dürüst gün yüzü görmemiş babam, acı bir şekilde hayata gözlerini kapadı.
Babamın cenazesini, az sayıda dostlarla defnettik. Hepimiz üzülmüştük ama en çok üzülen annesiydi. Yaşlı kadın hem ağlıyor hem de onu nasıl duymadım, evladım can verirken ben nasıl uydum diye, dizini dövüyordu. Otopsi yapıldı ve bir şey çıkmadı. Fakat yine bir arkadaşını söylediğine göre, yeni çıkan bir uyuşturucu almış. Bu, otopside dahi çıkmayan bir türdenmiş. Bir hafta geçmeden, herkes hayatına ve yaşadığı ortama geri döndü. Ben ve kardeşim, babamın ölümünden sonra, daha fazla bir arada kalmaya başladık.
Gardiyanın düdük sesiyle, daldığım düşüncelerden sıyrıldım.
-Beyler! Akşam sayımı var. Sıraya geçin.
Sayım yapıldıktan sonra ise, sabah mahkemesi olanların ismi okundu. Okunanların başında ben vardım.
Bir gün, eski takıldığım arkadaşlardan ikisi, bize gelmişti. Kalacak yerleri olmadığını söylediler. Mecburen, misafir ettik. Ben daha önce onlarda kalmış, onların içtiklerinden kullanmıştım. Onlar kullanmaya devam ediyordu. Bizde kaldıkları akşamda içtiler. Arkadaşlar birkaç gün kaldı bizde. Gece yarısı, evimize operasyon yapıldı. Ne olduğunu anlayamadan hepimiz tutukladılar. Narkotik, onları takip ediyormuş.
Bizim, Avukat tutacak paramız yok. Kardeşimle, farklı yerlerde tutukluyuz. Arkadaşların ailesi Avukat tutmuş. Suçu, bizim üzerimize attılar. Yani geç te olsa şunu anlamış olduk. Gayri meşru düzen içinde, dostluk diye bir kavram yokmuş. Bu bize acı bir ders oldu. İlk mahkemeye kadar, iki ay yattık. Mahkemede söylediklerimiz, bizi çıkartmaya yetmedi. Yarın, ikinci mahkeme var. Babaannem; kefen param diye ayırdığı para ile avukat tutmuş.
Bir karar verdim. Mahkeme neticesinde berat edersem, doğru, dürüst yaşayıp, helal para kazanacağım. İyice tanımadan, kimseyle arkadaşlık etmeyeceğim. Bizim gibi insanlar dışlanıyor olsa da; yılmayacağım. Yaşadıklarımdan ders aldığımı, tövbe ettiğimi söyleyip mücadele edeceğim. Sabır ve kararlılıkla, kötü yaşantıma son vereceğim. Ailemi bir araya getirmek için, gayret göstereceğim. Armut dibine düşer diye bir söz duymuştum.. Bu sözün muhatabı olmayacağım.